14 Ekim 2011 Cuma

KAMU ÇALIŞANLARININ GENEL EYLEMİNE SELAM



               1975-1980 arası Memurların "Grevli Toplu Sözleşmeli Sendika" hakkı için İstanbul Şb. Bşk. ve Genel Merkez yöneticisi olarak saflarında mücadele ettiğim MEM-DER (Memurlar Derneği)den beri bu hedefe ulaşılamadı.

                12 Eylül 1980 Faşist darbesiyle bütün siyasi partiler sendikalar ve kitle örgütleri gibi "Grevli Toplu Sözleşmeli Sendika " hakkı için mücadele veren Memur Dernekleri de (TÖB-DER başta olmak üzere, MEM-DER Memurlar Derneği , TÜM-DER Tüm Memurlar Derneği, TÜM-PTT DER, TÜS-DER Tüm Sağlık Memurları Derneği , TÜM-ZERBANK DER, TÜTED Tüm Teknik Elemanlar Derneği, GÜMMUH-DER Gümrük Muhafaza Memurları Derneği v.b.) faaliyetleri yasaklanarak kapatıldı. Bu memur örgütlerinin binlerce üye ve yöneticisi gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı ve pek çoğu da 1402 sayılı sıkıyönetim kanunu uyarınca işten atıldı. Memurların hak ve özgürlük mücadelesi acımasızca ezilmek istendi.

                 1986 yılından itibaren yeniden örgütlenmeye çalışan öğretmenler 16.2.1988 de EĞİT-DER'i kurarak mücadeleye atıldılar.Öğretmenleri diğer kamu çalışanları izledi . 28 Mayıs 1990 da EĞİTİM-İŞ sendikası bunu takiben diğer memur sendikaları kuruldu..  O tarihten bu güne "GREVLİ TOPLU SÖZLEŞMELİ SENDİKA HAKKI" için büyük mücadeleler veren, ağır bedeller ödeyen Kamu çalışanları KESK, BİRLEŞİK KAMU-İŞ, KAMU-SEN ve MEMUR-SEN olmak üzere 4 ayrı konfederasyonda örgütlüdür.


                  İşbirlikçi iktidarlar 1980 den bu yana Türkiye'yi hızla iç ve dış borç batağına sürüklediler.
(*1981 de Toplam Borç Miktarı 13 milyar dolar.
* 2008 yılı itibariyle İç ve Dış Borç Toplamı : 500 milyar dolar civarındadır.
AKP iktidarı ise 221 milyar dolar olarak aldığı iç ve borç toplamını 2008 yıl sonu itibariyle 500 milyar dolara çıkararak, Ülkemizi 7 yıl içinde bütün Cumhuriyet tarihinde yapılandan  fazla borçlandırdı.) 1923 den bu yana bin bir emek ve fedakarlıkla oluşturulan Kamu Kuruluşları ve kaynakları serbest piyasaya uyum-özelleştirme adı altında Yabancı Sermayeye ve yandaşlarına peşkeş çekilerek elden çıkarılmış, Türkiye üretim fakiri haline getirilmiştir.

                  1970'li yıllardan bu yana ülkemizdeki gelir dağılımı çalışan sınıflar ve emekçiler aleyhine hızla bozulmaktadır. 1970'lerde Memurların Gayri Safi Milli Hasıladan aldıkları pay % 12-13 civarında iken 2009 yılında % 6 civarındadır. Her yıl çarpıtılmış enflasyon rakamlarını esas alaran İktidar,  Memur ve Emeklilere bırakın maaş iyileştirmeyi, gerçek enflasyon oranının altında maaş artışı yaparak yoksulluğa mahkum etmektedir.

                   AKP iktidarının Cumhuriyet devrimini tasfiye planının bir parçası olarak, kamuda kadrolaşma çabaları ve partizanca uygulamaları doruk noktasına ulaşmış durumda.
Öğretmenden vergi uzmanına, polise, hakime savcıya kadar bütün kamu çalışanları keyfiliğin ve partizanca-hukuk dışı uygulamaların hedefi durumundadır.

                  İşte bu koşullarda Kamu Çalışanlarının genel grev eylemi büyük bir önem taşıyor.
Bu eylemin "GREVLİ TOPLU SÖZLEŞMELİ SENDİKA HAKKI "mücadelesinde dönüm noktası olacağı inancındayım.

                   Kamu Çalışanlarının genel grevini Türkiye'miz üzerindeki karabasanın def edilmesinde yol açıcı bir potansiyele sahip olacağı umuduyla selamlıyorum.


Feyzullah ÖZTÜRK
Ankara 24 Kasım 2009

ERGENKON YALANI

ABD+AB emperyalistlerinin ve Siyonist İsrail in dünya çapındaki saldırı ve tehditleri ortada. Bir tarafta Filistin de ABD korumasındaki Siyonist saldırı bütün vahşetiyle sürüyor. Diğer tarafta ABD uşağı BOP Eşbaşkanının iktidarında bu ülkenin yurtseverlerine devrimcilerine karşı sindirme ve yok etme operasyonları azgınca devam ediyor.
Liberal "solcu"ları ve sözüm ona liberalleri bu saldırıya ortak etmek için işin içine bir takım çek senet mafyacılarını ve ordudan çeşitli nedenlerle ıskat edilmişleri de katarak olaya bir demokrasi operasyonu süsü verilmek isteniyor.  Amerikancı Faşist Generallerin darbesine maruz kalan Solcuların, Yurtseverlerin duyarlılıkları kaşınarak bu operasyona katkı vermeleri isteniyor.
Herkes aklını başına alsın; bu "Ergenekon" operasyonu:
Kemalist Devrimin kazanımlarına,
Kemalist Cumhuriyete,
Ülkemizin NATO dan çıkmasını isteyenlere,
ABD ile ikili antlaşmalara son verilmesini isteyenlere,
AB ye girmeye karşı çıkanlara,
Bağımsız ve Özgür Türkiye için mücadele edenlere,
Halkçı bir iktidar kavgası veren muhaliflere,
Ülkemizi ABD patentli "ılımlı islam"i yönetime teslim etmek istemeyenlere,
Ömrünü Kontrgerilla ve Gladio ile mücadele ederek Susurluk Çetecilerini - Kontrgerillacıları bir bir ortaya çıkaranlara karşı yapılmaktadır.

Bu operasyonun hedefinde  12 Mart , 12 Eylül faşist darbesini yapanlar ve uygulayanlar yok.Öyle olsa idi Kenan Evren’ler,Haydar Saltık’lar,Mehmet Ağar’lar,Mehmet Eymür’ler,Tansu Çiller’ler v.b içeri alınırdı.
Peki tutuklananlar kim operasyon kime karşı yapılıyor? Operasyon ABD çıkarlarına tam uyması ve Türkiye de Ilımlı İslamla yönetilen "Türk-Kürt Federe Devletlerinden oluşan Federe Türk-Kürt Cumhuriyeti" ne karşı çıktığı için Türk Silahlı Kuvvetlerine, Yurtsever Devrimcilere ve tehlikeyi görerek Kemalist Cumhuriyeti savunan emekli ordu mensuplarına, aydınlara karşı yapılmaktadır. Asıl darbe budur.

Bu gün ülkemizde bir askeri darbe tehdidi yoktur. Ama Ergenekon operasyonuyla bir  darbe yapılmaktadır.
ABD darbeyi artık Amerikancı Generallerle değil işbirlikçi AKP eliyle gerçekleştiriyor. Bu net olarak göremezsek, kimi sözüm ona aydınların ve euro "sol"cuların kah hedef saptırmak kah da liberal ve işbirlikçi şerrinden kurtulmak için söylediği "ne şeriat ne darbe" safsataları bu gün karşı cepheye hizmet etmektedir.
Bu gün halisane duygularla da olsa bu sloganı atmak ABDve Uşağı BOP eşbaşkanlığı cephesinden Yurtseverlere kurşun sıkmakla eşdeğerdir.
Oysa yapılması gereken, bunun bir ABD İsrail operasyonu olduğunu ve Ülke ve Halk Düşmanı BOP Eşbaşkanlığı iktidarınca yürütüldüğünü tesbit ederek, karşı çıkmaktır.

Kavga Tam Bağımsız  - Laik -Halkçı Türkiye taraftarlarıyla Emperyalistler ve İşbirlikçileri arasındadır.
Emperyalist Zalimler ve İşbirlikçileri Filistin de ve Türkiye de kahredici öfkemizden kurtulamayacak. "Zalimler Mahv-ı Perişan Olacak" ve biz kazanacağız.

Feyzullah ÖZTÜRK
Ankara 9 Ocak 2009

Sivas Cankırımının 15. yılında Laik Cumhuriyete Saldırı

Sivas Cankırımının 15. yılında Laik Cumhuriyete Saldırı

Bu gün 2 Temmuz 2008;
Bundan tam 15 yılönce Sivas Madımak otelde emperyalist uşağı mürteciler, devletin güvenlik görevlilerinin ve silahlı kuvvetlerin gözünün içine baka baka, belki de onlardan veya aymazlıklarından cesaret alarak 35 canımızı yaktılar.

2 Temmuz 1993 nihai bir dönüm noktasıydı belki de.
Yakılan 35 can değildi sadece, bu ülkenin bu ülke insanının hoş görüsü, sevecenliği, dostluğu, ahlakı ve vicdanıydı.
Bu cankırımını gerçekleştiren mürteciler ve planlayan emperyalistler uygun adım hedefe yürümeye devam ettiler. Bizler yanıp yakıldık. İktidardaki dost bildiklerimizin gözü önünde, onların sorumluluk alanlarında bu can kırımı ve takip eden cinayetler bir bir gerçekleşti.
Erdal İnönü den Bülent Ecevit'e halk dostu bildiklerimizin iktidar ortaklıklarında yaşanan bu olayların hiç birisinin gerçek suçluları ortaya çıkarılmadı.

Şimdilerde ( 2002 den beri) tarihi olarak SİVAS CANKIRIMI'nın mirasçısı olan AKP nin başında olan RTE'yi de demokrasi-demokratlık aşkına bir başka halk dostu CHP genel başkanı Deniz Baykal meclise soktu.

Derler ya; derdimi kime dökem neye yanam". Halimiz tam da öyle işte.

Sivas katliamını yaptıran ve ortak olanların temel hedefi belliydi: " Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu, Sivas'ta Yıkılacak". Ağızlarından salyalar akarak, Madımak Otelde yanan insan eti kokusuna yalanarak böyle höykürüyorlardı çapulcu sürüsü.

Bu gün Doğu Perinçek ve arkadaşlarının Ergenekon tezgahıyla göz altına alınışlarının üstünden 103 gün geçti.
Ortada olmayan bir iddaname ile, CIA-MOSAD ve de onların yerli uşağı Fethullahçıların emniyette yuvalanmış GLADİO örgütüyle sürdürlüen soruşturma da bu gün son dalga geldi. ADD Genel Başkanı Em.Or.Gn.Şener Eruygur, Em.Or.Gn.HurşitTolon, Em.Gn.Levent Ersöz, TGB Kurucu Gen.Başk. Adnan Türkkan, İP Öncü Gençlik İstanbul Bşk. Tunç Akkoç, ATO Başkanı Sinan Aygün, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi'nin de aralarında olduğu 24 yurtsever barbarca göz altına alındılar.

O pek muhretem hesapta özgürlükçü ve demokrasi aşığı  AB çevrelerinin tepkisi ne oldu dersiniz. DEVAM bu YETMEZ, Kemalistlerin, yurtseverlerin ve de devrimcilerin kökünü kazımak gerek diye akıl yürüttüler TV ekranlarında.

Ben buradan Tevfik Fikretin dizeleriyle;

FELEK BÜTÜN ESHABI CEFASIN TOPLASIN GELSİN
DÖNERSEM KAHPEYİM MİLLET YOLUNDA BİR AZİMETTEN,
diye haykırarak;

Vatan ve Hürriyet Şairimiz Namık Kemal'in;

ZALİM NE PERVASIZ RÜTBEDE DE OLSA
YİNE ZULMÜN MEZARINI BİZ KAZARIZ.
KÜRRE İ ARZA ATSALARDA BİZİ,
ARZIN MERKEZİNİ PATLATIR ÇIKARIZ

dizelerindeki inanç ve azimle herkesi ; Tam Bağımsız; Gerçekten Demokratik, Laik ve Halkçı Türkiye için, saflara girmeye ve mücadele etmeye davet ediyorum.

TARAFSIZ AYDINLAR - Otto René Castillo

TARAFSIZ AYDINLAR - Otto René Castillo
I.
Tarafsız aydınları
yurdumun
sorguya çekilecek
günün birinde
en basit insanları
tarafından
halkımızın.

Soracaklar onlara
ne yaptılar diye
ağır ağır ölürken
ulusları,
tatlı bir ateş gibi
ufacık, bir başına.

Kimse sormayacak onlara
giysilerini,
uzun öğle uykularını
yemek sonrasında,
bilmek istemeyecek kimse
anlamsız uğraşlarını,
hiçlik konusunda görüşlerini,
nasıl para kazandıklarını
felsefe yaparak.
Sorguya çekilmeyecekler
yunan mitolojisi konusunda
nasıl iğrendikleri konusunda
kendi kendilerinden,
korkuyla ölürken içlerinde bir şeyler.

Sormayacaklar
nasıl vardıklarını
doğrulara
yalanın gölgesinde.

2.
O gün
basit insanlar,
tarafsız aydınların
kitaplarında, şiirlerinde
yer almayanlar,
her gün ekmek getirenler onlara,
süt getirenler,
çörek ve yumurta getirenler,
giysilerini dikenler,
arabalarını sürenler,
köpeklerine, bahçelerine bakanlar,
onlar için çalışanlar,
gelip soracaklar:
"Ne yaptınız
acı çekerken yoksullar
içlerindeki sevgi
ve yaşam sönüp giderken?"

3.

Tarafsız aydınları
güzel yurdumun,
cevap veremeyeceksiniz.

Yiyip bitirecek sizi
bir sessizlik kuzgunu.
Yüreğinizi kemirecek
zavallılığınız.
Susup kalacaksınız
kendi utancınızla.

TARAFSIZ AYDINLAR - Otto René Castillo
Çevriren: Ülkü Tamer

SODEV Kongresi ve Sosyal Demokrasi

ÖZELLEŞTİRME YADA SOSYAL DEVLET VE KAMU EKONOMİSİNİN TASFİYESİ

ÖZELLEŞTİRME YADA SOSYAL DEVLET VE KAMU EKONOMİSİNİN TASFİYESİ

Özelleştirme kavramı, 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanmasını sağlamak için, ABD emperyalizminin “our boys”unun 12 Eylül 1980’de gerçekleştirdiği faşist darbeyi takiben hayatımıza girdi.

Ancak geçmişe baktığımızda, liberallerin sürekli devleti küçültmekten bahsettiklerini görürüz. Osmanlının son zamanlarında, Prens Sabahattin’in Ahrar Partisiyle başlayan Ademi Merkeziyetçi anlayış, Cumhuriyet’in kuruluşu sonrası Celal Bayar ve
İş Bankası ekibiyle devam etmiştir. Öyle ki Celal Bayar – Adnan Menderes ekibi daha 1946’da, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üstünden henüz 23 yıl geçmişken devleti küçültmekten, devletin ekonomiden elini çekmesinden bahsedebilmişlerdir. Nitekim daha sonra “Bize plan değil, pilav lazım” zırvasıyla bunu uygulamaya da çalışmışlardır.

Uluslar arası planda, özelleştirme çalışmaları, emperyalist devletler ve çok uluslu firmaların , IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla, gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını ele geçirme dayatmasından başka bir şey değildir.

ABD ve AB emperyalistlerinin başını çektiği dünyayı “serbest piyasa” ekonomilerinin hakim olduğu bir hale getirme saldırısı, özellikle 2.dünya savaşı sonrası bağımsızlıklarını kazanan ulus devletler ile, SSCB’nin dağıtılmasından sonra ortaya çıkan Varşova Paktı üyelerine yönelmiştir.  Bu saldırılarda kullanılan temel sloganlar; “Devletin Ekonomik faaliyetlerle uğraşması demokrasinin ve insan haklarının, kalkınmanın önünde engeldir. Devlet sadece güvenlik ve adaletle ilgilenmeli. Kalan bütün faaliyetler özel sektörce yürütülmelidir.

 Bu sayede toplumsal kalkınma hızlanır, demokrasi ve insan hakları-özgürlüklerin önü açılır.” şeklinde özetlenebilir. İşte bu sloganlarla yola çıkan Emperyalizmin toplum mühendisleri, bütün medya olanaklarını da sonuna kadar kullanarak hedef ülke halklarına her türlü devletçiliğin ve kamuculuğun kötü, serbest piyasa ve hür teşebbüsün ise bütün kötülüklerin ilacı olduğu fikrini aşılamaya çalıştılar.


Başta Latin Amerika ülkeleri, Brezilya, Arjantin, Şili, Meksika v.b. olmak üzere Doğu Avrupa Ülkeleri ve Türkiye’miz bu azgın saldırının hedefi oldu. Bu Ülkelerin ortak özelliği gelişen ekonomiler, zengin yer altı ve yer üstü kaynaklar ve önemli kamu yatırımlarına sahip olmalarıydı.

Bu ülke yönetimleri üzerinde etkili olan ABD ve AB emperyalistleri, kalkınmalarına ve güvenliklerine yardımcı olma kandırmacasıyla, bizdeki Marshall yardımı v.b. projelerle bu ülkeleri önce kendine bağımlı hale getirdi. Sonra ödenemeyecek borçlar altına sokarak IMF-Dünya Bankası reçetelerine bağlanmaya zorladı. Daha sonra bu borçların ödenebilmesi için ve “serbest piyasa” ekonomisine geçiş için, devletlin ekonomideki payının küçültülmesi dayatıldı. Bunun yolu da kamu mallarının özelleştirilmesiydi şüphesiz. Bu ülkelerdeki yönetici hakim sınıflar ve büyük burjuvazi yağmadan pay alabileceğini gördüğü için ağızlarının suyu akarak özelleştirme çabalarına sınırsız destek verdiler. Ama pastadaki asıl pay şüphesiz çok uluslu şirketlerin oldu.

Türkiye’miz, ulusal kurtuluş savaşı sonrası; kimsesizlerin kimsesi olan bir Cumhuriyet olarak kuruldu. Osmanlının başına gelenlerden ders çıkaran kurucular, Tam Bağımsızlık ilkesi temelinde bir yapılanmaya giderek; Şeker Fabrikaları, Sümerbank ve Etibank başta olmak üzere gerekli kamu kuruluşlarını hızla oluşturma yoluna gittiler. Türkiye savaşın acı ve yıkımını sararak hızla kalkınmaya, büyümeye başladı. 1930’lu yıllarda dünya ekonomik alanda bir Türk mucizesine sahne oldu. Bu dönemde ABD’de başlayarak bütün kapitalist ülkeleri ve dünyayı etkileyen ekonomik krizden Türkiye etkilenmedi. Bu da ekonomideki kamu ağırlığından kaynaklandı. Onuncu Yıl Marşındaki coşku ve özgüvenin arkasında bu ekonomik yapı ve anlayış vardır. Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde başlatılan Kamucu anlayış  arada kesintiler olsa da esas olarak 1980’e kadar devam etmiştir.

12 Eylül 1980 faşist darbesini takiben Türkiye yönetimine tam anlamıyla hakim olan ABD emperyalizmi ve yerli işbirlikçileriyle bu dönemin sonuna gelinmiştir. Kenan Evren’in başında olduğu faşist cunta iktidara el koyduğunda ülkemizin iç ve dış toplam borcu 13 milyar amerikan dolarıydı. 12 Eylül Hükümetleri döneminde ekonominin başına getirilen Turgut Özal’ da simgeleşen ABD ve serbest piyasa yanlısı ekonomik çizgi; ülkemizde karma ekonomi modelinin terk edilerek, özel sektöre yol verilerek, kaynakların aktarılmasına yol açtı.

Bu dönemde ilk özelleştirme tartışması hatırlanacağı üzere Boğaz Köprüsü hisselerinin satılması idi. Bu süreçte ülkede öyle bir hava estirildi ki, özelleştirmeyi savunmamak, devletçiliğe karşı çıkmamak adeta ihanetle özdeşleştirildi. Bırakın, Kapitalizmin-Liberalizmin savunucularını, Sosyal Demokratlardan, kimi “Kemalistlere” onlardan Özgürlükçü “Sosyalistlere” kadar herkes özelleştirme savunucusu ve devletçilik karşıtı haline geldi.  Sırasıyla; ANAP, SODEP, DYP, SHP, CHP, DSP, MHP, RP ve en son AKP, hepsi özelleştirme savunucusu ve uygulayıcısı haline geldi. Aralarındaki tartışma “biz daha iyi özelleştiririz, biz daha az  peşkeş çekeriz, biz daha hızlı satarız, babalar gibi satarız.” noktalarında cereyan etti. İş o hale geldi ki, CHP içinde ATATÜRK’ün Altı Ok ilkesinden Devletçilik ilkesinin tüzükten çıkarılması bile tartışıldı, en son “bir hatıra resmi olarak duvarda asılı”durmasına karar verildi. İşte bu süreçte “devlet sütçülük, kasaplık mı yapar” denilerek EBK (Et ve Balık Kurumu) ile SEK (Süt Endüstrisi Kurumu), arkasından Çimento Fabrikalarıyla başlayan özelleştirme süreci, hiçbir yasa, mahkeme kararı ve ülke çıkarı kaygısı taşınmaksızın Etibank, Sümerbank, Emlak Kredi Bankası, Limanlar, Hava meydanları, Devlet Üretme çiftlikleri, SEKA Kağıt Fabrikaları, Şeker Fabrikaları, Petrol Ofisi, Telekom, Tekel, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Karabük, İskenderun, Divriği ve Ereğli Demir Çelik Fabrikaları v.b. Cumhuriyet tarihimiz boyunca oluşturduğumuz bütün değerler pervasızca özelleştirme adı altında, arsa fiyatının bile altında, yabancı ve yerli sermayeye peşkeş çekildi. Bu çabalar sonucu satılan tesislerin büyük bölümü, bırakın yeni istihdam ve üretim alanı açmayı tamamen kapandı.

 Ülkemizin 2006 yıl sonu itibariyle iç ve dış borç toplamı (kesin rakamı Hazine Müsteşarlığı da saptayamamaktadır.) genel kanıya göre yaklaşık 400 milyar dolara ulaşmıştır.Yani bütün özelleştirme, kamu varlıklarını satıp savma sonucu, borç azalmadığı gibi, 1980’de 13 milyar dolar iken günümüzde yaklaşık 400 milyar dolara yükselmiştir.  Bu özelleştirme uygulamalarından geldiği ilan edilen yaklaşık 30 milyar doların 17 milyar dolarının gene özelleştirme çalışmaları için harcandığının açıklanması ise içinde bulunulan acıklı durumun en çarpıcı göstergesidir.

 Bu tablo bile özelleştirme denilen nesnenin, kaynak yağması ve azgın bir sömürü yöntemi olduğunun açık göstergesidir. Bize ve bizim gibi ülkeler devletin ekonomideki payının küçültülmesini şart koşan ABD ve AB’de durum bu açıdan çok ilginçtir. (ABD’de %47, AB ülkelerinde ortalama %48 bizde ise bilinen son rakam %26). Bu azgın özelleştirme saldırısı nihayet asıl hedefi olan,  sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim alanına gelmiş dayanmıştır. Nihayet bu güne kadar değişik gerekçelerle özelleştirmeyi ve devletin küçülmesini savunan kimi çevreler tavır almak zorunda kalmışlardır.

 Özelleştirme politikaları sadece basit bir ekonomik eylem değildir. Tam tersine Emperyalizmin Siyasal ve Sosyal toplum mühendisliği çabalarının doruk noktasıdır. Bu politikalar, Toplumculuğun yerine bireyciliğin, dayanışmanın yerine neme lazımcılığın aldığı bir toplumsal siyasal sistemin alt yapısıdır. Özelleştirme faaliyetleri sonucu, ülkemizde bölgeler arası gelir dağılımı dengesi iyice bozulmuş, işsizlik tahammül edilemez boyutlara ulaşmıştır. Çalışan kesimler ve İşçiler arasındaki örgütlenme çabalarına büyük darbeler vurarak sendikaları önemli ölçüde iş yapamaz hale getirmiş, kayıt dışı ekonominin yolunu açmıştır. Anadolu’da özelleştirilen kamuya ait fabrikaların büyük ölçüde kapanması, büyük şehirlere göçe yol açmıştır.

Gelir dağılımındaki bozukluk, işsizlik, giderek artan yoksulluk Cumhuriyet’in dayandığı insan malzemesinde büyük tahribata yol açarak, laik yaşamın altını günden güne oymaktadır. Karşılarında ”Kimsesizlerin Kimsesi” sosyal devleti bulamayan onuru kırılmış, işsiz ve yoksul halk kitleleri, erzak, kömür, para veya sıcak aş hatta yanında cennet bile veren dinci gericiliğin, tarikatların, hilafet özlemcilerinin kucağına itilmektedir. Sistem insanları önce işsiz, aşsız, çaresiz, yardıma muhtaç bırakıp, arkasından onları yardımlarıyla esir almaktadır.

Son günlerde TÜRK İŞ olmak üzere sendikalar mahkeme kararıyla özelleştirilmeleri iptal edilmesine rağmen kamuya devredilmeyen tesislerle ilgili mahkeme kararlarını uygulamayan, yönetici ve bürokratlar hakkında ceza davaları açmaya başlamıştır. Böylece siyasi iktidarların arkasına sığınarak kamu malının gasp edilmesine seyirci kalan bürokrat ve yöneticiler devri sona erecektir.

Özellikle son 25 yıldır uygulanan, serbest piyasa ekonomisi ve özelleştirme çalışmalarının, artan iç ve dış borç, borsadaki  sıcak para kaçar korkusuyla ortaya çıkan siyasi ve ekonomik bağımlılık artışı, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı bozukluğu, toplumsal dokunun tarikatlarla kuşatılması ve toplumsal çürüme  sonuçlarına yol açtığı açıkça görülmektedir. Gerek ülkemizdeki 1920’lerden 1970’lere kadar uzanan uygulamalar, gerekse  başta Hindistan, Rusya, Çin ve Latin Amerika Ülkelerindeki gelişmeler, Ekonomik ve Toplumsal kalkınmanın serbest piyasa ekonomisiyle değil, tam tersine kamu ağırlıklı karma ekonomik modelle olacağını ortaya koymaktadır.

Dünyada ve ülkemizde neo liberalizm denilen emperyalist saldırı sona yaklaşmaktadır. Önümüzdeki süreç, işçisi, köylüsü, esnafı, ulusal sanayici, tüccarı ve devrimci aydınlarıyla emekçi halkımızın örgütlenerek siyaset arenasına çıkışına sahne olacaktır. Anti Emperyalist temelde örgütlenen halk kitlelerinin siyasi iktidarı , özelleştirilen bütün kamu kurum ve kuruluşlarının, önem sırasıyla mutlaka yeniden kamulaştırılmasını sağlayarak, bağımsız, halkçı,kamucu ve aydınlanmacı Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden yapılandırıp, kimsesizlerin kimsesi haline getirecektir.

Feyzullah ÖZTÜRK
Ekonomist


ANKARA  7 Mart 2007

SOLU BELİRLEYEN NE? SOLCU KİM?



Bir insanın solcu olması için ön şart, sömürü ve tahakküme karşı olmasıdır. Dolayısıyla en büyük sömürücü ve zalimler olan Emperyalistlere ve Emperyalizme karşı olmak solculuğun olmazsa olmazıdır.

Solcu, eşitlik, özgürlük için mücadele ederken bu en büyük düşmana karşı tavır almak zorundadır. Emperyalizme vurulan her darbe, emperyalizme her karşı çıkış, ezilen insanlığın ve dünya halklarının lehinedir.

Bir solcu, herhangi bir hareketin olumlu mu olumsuz mu olduğunu ve ye ilerici mi gerici mi olduğunu, emperyalizme karşı olup olmadığına bakarak değerlendirir. Emperyalizme darbe vuran, onu gerileten her hareketin yanında olur.

Bir solcu, Emperyalistlerin Yeni Dünya Düzeni, GOKAP veya BOP adlı esas olarak Ulus Devletleri yok edip, dünyayı, etnik veya dini-mezhepsel  temellerle oluşturulmuş 2000 - 2500 civarında "CİTY STATE - Şehir Devleti"ne dönüştürme çabalarına karşı ulus devletini savunur. Bu mücadele içerisinde Solcu - Ulusalcı, Ulus Devletini hedefleyen Emperyalist Devlet veya Devletlere karşı mücadele ederken, onların yerli işbirlikçileri olan, çıkarları yabancı sermayeye bağımlı iş çevreleriyle, onların uzantısı konumundaki işbirlikçi cemaat ve tarikatlarla  ve de etnik bölücülükle mücadele etmek zorundadır.

Ben ve benim de içinde olduğum SOL'cular başından bu yana bu çizgiyi savunduk., savunuyoruz.

AB'den medet uman, ABD den demokrasi bekleyen batıcı - mandacılarla hiç bir ortak yanımız yoktur, kendilerini kamufle etmek için haksızca  kullandıkları “solcu- sosyalist” sıfatlarından başka.

Onlar Irak'ın İşgalinde "Ne Sam Ne Saddam" diyerek açıkça ABD’nin yoluna gül döşediler. Gene onlar "Emeğin Avrupa’sı" yalanlarıyla, “AB’ye şerefli giriş” kandırmacasıyla  işçi ve emekçilerimizi,yoksul halkımızı, aydınlarımızı AB politikalarına mecbur etmeye çalıştılar. Onlar için Vatan veya Bağımsızlık "Güzel Bir Kadının memesinden" daha değersizdir. Bayrak tan ürker, Türküm demekten utanırlar.
İslam onların düşmanı, mütedeyyin insanlar onlar için gericidir.
 Nede olsa Bay ve hanımefendiler "Euro Solcu- Sosyalist-Liberal" dirler.

Bizim ise, kalbimiz,Afganistan'ın İşgaline direnen  Afgan Halkıyla,
Irak'ta işgalciye kan kusturan  kahraman Irak'lılarla,
Lübnan da Hizbullah’la,
Filistinde İsrail ABD zulmüne direnen FKÖ ve Hamasla,
İran da ABD ve Batılı emperyalistlere direnen Ahmedinejad la,
 Latin Amerika da ise Chavez'le, Morales'le ve Fidel'le birlikte atmaktadır.

Nerede ulus devletlerin, halkların emperyalizme karşı bir direnişi, başkaldırışı var,
Nerede uluslar arası sermayeye, kapitalizme karşı ezilenlerin, yoksulların, emekçilerin ve işçilerin bir mücadelesi var biz oradayız. Solculuğun-Ulusalcılığın anlamı da budur kanımca.

İslamcılarla (Dinin devlet yönetimini belirlemesini savunan, laiklik ilkesine  karşı olanlar)elbette emperyalizme karşı aldıkları tavır  ölçüsünde yan yana veya karşı karşıya geleceğiz.
Ancak Anti Emperyalist İslami akımlarla mücadelemiz, halka – topluma kendi yaşam tarzlarını ve inançlarını zorla dayatmadıkları sürece içseldir, fikridir, ideolojiktir.

Tam Bağımsız ve Demokratik bir Türkiye istiyorsak; sorunlarımızı zora başvurmadan, emperyalistlerin müdahalesi dışında kendi aramızda çözecek birikim ve anlayışa sahip olduğumuz kanısındayım.
Bu güzel ülkede, bu Cumhuriyette birlikte yaşayacağız.

Feyzullah ÖZTÜRK
feturk@yahoo.com
Ankara 24.08.2007

2.CUMHURİYETÇİ KALEMŞÖRLER YADA KÖR AGOP ÇETESİ



Finansörler : NED, SOROS Vakfı, BND, AB Komisyonu,ADANAUER Vakfı,
H.BÖLL Vakfı, Fethullahçılar v.b.

Başkan : Can PAKER

Yönetmen : Karen FOGG


Cengiz Çandar ( Referans ), Mehmet Barlas ( Posta ), Hasan Cemal (Milliyet ), Murat Belge (Radikal ), Etyen Mahçupyan (Agos), Orhan Pamuk, Mehmet Altan ( Star ), Eser Karakaş ( Star ), Şahin Alpay (Zaman), Mehmet Ali Birand ( Posta )  Ali Bayramoğlu        ( YeniŞafak ).

Kürşat Bumin (Yeni Şafak), Ahmet İnsel (Radikal), Hadi Uluengin (Hürriyet), Cüneyt Ülsever (Hürriyet), Ahmet Altan (Hürriyet Pazar), Asaf Savaş Akat (Vatan), Neşe Düzel     ( Radikal ), Baskın Oran (Radikal)

Emre Aköz (Sabah), Ergun Babahan (Sabah), Serdar Turgut (Akşam), İsmet Berkan (Radikal).
Yasemin Çongar (Milliyet ) Nuray Mert (Radikal ), Fuat Keyman (Radikal ) v.b.


Bu sözüm ona kendi tabirleriyle "liberal demokratlar" aslında ABD ve AB'nin başını çektiği emperyalist - kapitalist sistemin sözcüsü, kalemşörü ve elemanlarıdır. Bunlar tarihimiz boyunca hep var olageldiler.
Attila İlhan " bizim hep % 10’luk bir hain kontenjanımız mevcuttur." derdi. Bunlar AHRAR Partisi ve Prens Sabahattinlerle başlayan, İngiliz ve Amerikan Muhipler Cemiyetlerini kuran ve ABD veya İngiliz mandasını savunanların takipçisidirler. Kimisi ücretli, kimisi görevli, kimisi gerçekten inanarak da olsa bu çabanın içindedirler. Asli görevleri, biz ve bizim gibi ülkeleri emperyalizmin dayattığı ideolojik ve siyasal sisteme şöyle yada böyle entegre etmektir. Bu yolda her şey mübahtır onlara göre. Eski AB Elçisi Karen FOGG bunları Kumkapı da KÖR AGOP’un balıkçı lokantasında toparlayıp, organize ederek faaliyete geçirmiştir. Bu nedenle "KÖR AGOP ÇETESİ" olarak da anılırlar. Bu gün hangi TV kanalını açarsanız karşınıza mutlaka bunlardan biri konunun uzmanı olarak çıkar. Bu ülkenin "her bi şeyi bilen"leridir onlar.
Ağızlarına asla almamaları gereken, aslında ortadan kaldırmayı amaçladıkları; "aydın, aydın namusu, şeref, haysiyet, onur,demokrasi, insan hakları, özgürlük" gibi hiç nasiplenmedikleri kavramlarla, emekçi halkları – ezilen ulusları ve ulus devletleri hedef alırlar.

Onlara göre küreselleşmeye (Emperyalizme) hizmet eden her şey olumludur doğrudur.
Bunlar şimdi 2. Cumhuriyetçi, Müslüman - Muhafazakar v.b takımlarda kurmuşlar.
Medyaları, ÇUŞ ( Çok Uluslu Şirket )'lerin desteği, etnik bölücülerin sırt sıvazlamaları, tarikat şeyhlerinin hayır duaları ve iktidar erkine de yaslanarak maça çıkıyorlar.
Aydınlanmacıların, Ulus Devlet savunucularının, Anti-Emperyalist Kamucu Türkiye savunucularının ellerini kollarını bağlayıp, tek kale maç oynayarak, Cumhuriyeti ABD ve AB emperyalistlerinin istediği biçime sokma hayalindeler.

Bu avsalak ( Patenti Ali Sirmen'indir-Avrupacı manyaklar anlamında)ların ve ABD uşaklarının akıllarına getiremedikleri ise bu ülke bağımsızlığının ve Cumhuriyetinin iç isyanlara ve emperyalist işgale karşı savaşla elde edildiği – kurulduğudur. Öyle sandık oyunlarıyla, elektronik hilelerle, dış destekle bunları yıkmak kolay kolay mümkün değildir.

Demokrasi, AB'ye uyum, Sivilleşme, Darbe marbe laflarıyla, önlerinde engel olarak gördükleri TSK'yı etkisizleştirip, parçalamaya çalışıyorlar. Ancak asıl korkmaları gereken bu ülkenin namuslu, onurlu emekçilerinin, yurtsever gençlerinin Cumhuriyeti ve Devrimleri savunmak için neler yapacaklarıdır. TSK ne tavır alırsa alsın; Cumhuriyetin asıl sahibi olan emekçi halkımız ve yurtsever gençlerimiz kendilerini ortaya koyarak onların çabalarını boşa çıkaracaktır..
Son tahlilde silahla kurulan Cumhuriyet, kendine yönelik bu saldırıyı da def edecek imkan ve kabiliyete sahiptir.

Bu Avsalak taifesi ve ABD uşakları şimdiden gemilerini tayyarelerini hazır etsinler.
Beklide efendileri onlara geçmişte olduğu gibi denizaltı tahsis eder, kim bilir.

Feyzullah ÖZTÜRK
Ekonomist
Ankara  01.10.2007